Skip Navigation Links
Kurdî » Nivîsar : ZAGORA Tarihin Eleği-2
 
ZAGORA Tarihin Eleği-2
2016-08-19 08:53




İBRAHİM YİNE BİR FATİM PEŞİNDE

Sefer ve seferberlik...
Serserice yapılan seferler...Sultan"ın keyfi ve çıkarları uğruna çıkarılan savaşlar. Telef olan ve yetim kalan kadınlar..
Perişan olan ve kırana uğrayan halk. Halkı kim takar.

Halk o zamanlar yoktu. Uluslar ise daha doğmamıştı Osmanlı"da.

Osmanlı İmparatorluğu ise, ucu bucağı ve sınırı pek tespit edilmeyen koca bir kara parçası, bir bela bir müsibetti.

Bu sefer ve seferberliğe katılan ve geri dönen pek olmamıştı.

Ama Mele Mihemed oğlu İbrahim dönmüştü.

Seferberlikte çok acılar çekmiş, hepsine Davut sabrı ile katlanmıştı.
Lakin en zoruna giden şey ise; ""Namaza durduğu, rukuya gidince kıçıma sokulan parmaklardı. Bunu genellikle çocuklar yapardı.
Lakin çocukların bir suçu yoktu.
Çocuklar bu terbiyesizliği ana ve babalarından kapmışlardı.

Kufarın her hereketi küfürdür zaten.
Kufar ne anlar namazdan, niyazdan ve İslamın beş, imanın altı şartından..."" derdi.

İbrahim, tutumlu, geçimli ve karınca incitmez bir insandı. Hele takvası, sabrı; sabır taşlarını çatlatırdı.
Ve bu İbrahim seferberlikten gelince 50 pangınot para toplamıştı kendisine. Bir fırında çalışmış ve yaptığı güzel ekmeklerin karşılığında fırın sahibi ona ücret ödemişti.
Oda bu parasını biriktirmiş ve sır gibi saklamıştı.

İbrahim birgün komşusu Heci Hüseyin kızı Fatime"yi gördü.
Fatime ve Süleyman Eminke"den olan çocuklardı ve onları Heci Hüseyin"e bırakmıştı.

Süleyman; anası Eminke gibi kısa boylu, zayıf, küçük gözlü ama çok tatlı gülüşlü bir oğlandı.
Kızıdığı zaman ise dişlerini gıcırdatır, kafasının tası Siyabend gibi yerinden oynar ve hasmının üzerine atılmaya hazır bir kaplan gibi olurdu.

Fatime ise, simsiyah gözleri ve tatlı gülüşüyle pek güzel bir kız olmasa da onunda anası Eminke"den kaptığı bir sevecenliği ve biraz da hafif şehla deliliği vardı.

Fatime pencerede oturmuş etrafı izliyordu. O ara İbrahim balkonda oturmuş derin derin düşünüyordu.
Fatim babası Heci Hüseyin"e ""Nebixêr ..

Ez hatim bavo"" (Hay hayrıl olması, geldim baba) dediğinde İbrahim gayri ihtiyarı Fatime"ye baktı. Fatime tatlı bir gülüş sundu İbrahim"e. Ve dilini çıkararak "" Bööö..."" İbrahim bu harekete güldü. Sonra düşündü.

""Giden Fatim.. Gelen neden Fatim olmasın.. Bu deli dolu kız bana karılık yapar mı acep"" diye düşündü. Bu durumu bacısına açtı. O da uygun gördü.

Bacısı uygun gördü ama böyle bir şeye niyetlense kim gidip kızı isteyecek?
Bu usül ve erkanı kim ona sağlayacak? Mele Mihemed mi? Onun varsa yoksa dünyası oğulları Abdullah ve Tahir"di.

Abdullah medrese okumuş, Tahir ise evin hamallıydı. Babası Mele Mihemed"in emir kulu ve Abdullah"ın gölgesiydi.
İş başa düştü.
Gidip Heci Hüseyin"in kapısına dayandı.
""Selamünaleyküm Xale Heci..""
""Wealeykümselam Brahim...""
""Xale Heci konuya direk girecem. Ne bu usül ve erkeni bilirim ne de yerine getirecek kimsem var.
Kızın Fatime"ye talipim!..""

Tepeden bir dev gibi karşısındaki ufak tefek, kalın kaşlı, yakışıklı delikanlı İbrahim"i baştan aşağı süzdü. Sonra yüzüne baktı ve güldü.

""İyi de İbrahim, bu işlerin bir usulü bir adab ve erkanı var. Mele Mihemed veya anan gelsin. Fatime"yi istesin.. Biz de bir halçaresine bakarız.""
İbrahim bir çocuk gibi kızarak ve surat asarak,
""Yok anam çoktan vefat etti.
Bir canım bacım var.
Mele Mihemed babama da söylemem.
Aha 50 panginotum var.
Gencim, gider çalışır,paramı kazanır ve eşime bakarım. Sen kızını veriyor musun vermiyor musun? Bak anası Eminke de yok.
Oda benim gibi senin eline bakan bir yetim...""
Fatime kapı aralığından İbrahim ve babası Heci Hüseyin"in konuşmalarını can kulağıyla dinliyordu. Heci hak verdi İbrahim"e, sağ eliyle sakalını okşadı.
""Dur bakalım Fatime de seni isteyecek mi? Fatimmmm... Gel buraya çabuk...""
Fatim hemen çıktı babasının karşısına. Uslu bir kedi gibi mayışık ve terbiyeli terbiyeli,
""Buyur babacığım...""

""Bak Mele Mihemed"in oğlu komşumuz İbrahim seni karı olarak istiyor. Sen ne diyorsun? Senin de İbrahim"e varmaya, ona karılık etmeye gönlün var mı?""
Utandı Fatim.

Ve yüzü nar gibi kızararak, yere baka baka., ölgün bir sesle babasını yanıtladı:
""Siz ne emrederseniz o olur babacığım...""
Heci Hüseyin içinden,
""Sen haytaya bak hele.. Ne de kibarlaşıyor benim dağ keçisi güzel ve tatlı kızım.
Ben bu numaraları yutmama"" dercesine.
""Öyle mi?... Ben nasıl emredersem hiiii... O zaman verdim gitti.
Ver bakalım 50 kayme söz kesme paranı İbrahim!..""

İbrahim"in gözleri parladı. Zulaladığı iç cebinden 50 kaymeyi çıkardı, Heci Hüseyin"in avcuna bıraktı ve elini tutarak üç kez öpüp başına koydu.
Heci de onu kendisine çekti. Alnından üç kez öptü.
""Allah sizi mesud bahtiyar etsin evladım. Senden iyi damat mı bulacağım. Verdim gittiiiii....""

x
İbrahim bir çocuk gibi sevinçle eve döndü. Durumu bacısına söyledi. Bacı kardeş birbirlerine sarıldılar. Durumu Mele Mihemed"e, Abdullah ve Tahir"e de söylediler.

Ama bu söylem bir ""bildirim""di. Onay veya düşünce sorma değildi. Onların da zaten canına minnetti.

İbrahim bir hafta içinde evlendi. Düğün yok, dernek yok. Çalgı, şamata yok.
Babası Mele Mihemed nikahı kıydı ve Fatime yan komşudan eve gelin geldi.
Onun için bir oyundu evlilik. Başını kaldırınca evini görüyordu.
İbrahim bir kaç aylığına Elih (Batman"a) gitti.

ELİH-ELİHÊ, BATMAN-BATMANÊ

Batman, batman olmadan önce İloh adında, tepe üzerinde kurulu küçük bir köydü.
İloh da Giresira ve yüzlerce köy gibi, Süryanilerin,

Ermenilerin köylerinden biriydi.
1915 Ermani Soykırımı ve Süryanilerin 1918"lerdeki Seyfo (Kılıçtan geçirme) gibi Ermenisiz ve Süryanisiz, gayri Müslim"den eser kalmayan köyler ve uçsuz bucaksız tarlalar, araziler kaldı.

Peki bunlara kim kondu? Elbette Osmanlı ile işbirliği yapan Kürd Aşiretleri ve bazı yerli işbirlikçi Ağalar aldı buraları.

İloh, Êlih oldu.
Elih ise 1948"lerden sonra Raman Dağı ve Meymuniye"de bulunan petrolden sonra ise Êlih Batman oldu.
Batman ise ağırlık ölçü birimiydi.

Eskiden buğday, mercimek, nohut ve bazı hububat çeşidleri ritilla ölçülürken, Petrol için ise batman ağırlık ölçü birimi devreye girdi.
Yani Batman aynı zamanda ""Siyahaltın"" petrolün tartı ölçüsü oldu.


Batman"a Kürd köylüsü pek alışmadı.

Tıpkı İngiliz veya Almanların Küçük Güney Kürdistanda (Rojava"da) kurdukları Campany gibi.
Onlarda kurulan bu yerleşim birimine Campany dediler ama Küçük Güney Kürdleri bunu telafuz edemedikleri için KOBANÎ dediler.
Yabancılardaki Company, onlarda Kobanî olmuş oldu.
Bu gerçeklik Kuzey Kürdistanlılar içinde geçerli bir durum.
Halk Batman"a uzun süre İloh, Êlih ismi kullandı. Devlet resmi adını Batman koyunca da Kürd köylüsü kendisine göre yonttu Batman"ı.
Êlihê ve daha sonra Batmanê, dedi.

Batman işgalicinin yabancınındı. Egemendi. Erkekti. Sertti.
Ama Kürdistanlılar bunu sevmedi. Ona sen,
"" Êlihsin, deliksin. Dişisin, kadınsın"" anlamında isimlendirdi. Batman"a mecbur kalınca da yine bildiğini okudu: ""Batmanê!..""
Batasıca Batman.. Kanımız alan, bizim olmayan"" dedi yani.

Bir yerin şehir olmasının ve gelişmişlik ölçütü; o yerde bulunan Atatürk heykeliyle doğru orantılıdır (!)
Yeni Batman"a rafineri kuruldu.
Etrafi tel örgülerle örüldü.
Tren rayları döşendi.
Kürdler trenle tanıştı.

En önemlisi Batman"ın orta yerine, kocaman bir meydan, bu meydana da bir Atatürk heykeli yapıldı.
Kimse bu demir, bu beton Müstafa"ya tek bir söz etmedi, dersek yalan olur.

Söz eden tek adam vardı. Batman"ın deli-divanesi Birako vardı. Atatürk"ün heykelinin sağ kulu Kerike köyüne doğru istikamet gösterir ve şahadet parmağıyla gösterirken; bir gün Birako;

""Hey demir Misto, Kor olasıca Misto!...Kuro lavo te çi bere xwe daye Kêrika reben!..
De ti merbi berê xwe bide Kıbrıse Kıbrise..."" (Oğlim Misto, sen ne yönünü dönmişsin zavalı Bıçakçı köyüne!..Sen adamsan ve erkeksen yönünü Kibrıs"a dön Kıbrısa...) der.

Birako"nun bu sözü tarih oldu.
Hala da o heykel yerinde ve hala Batman halkı Birako"yu ve o sözünü hatırlar.

Bu heykelin diğer bir özelleği ise; Amele Pazarıdır.
Sabahın daha seher vaktinde, çalışacak amele takımı, bala üşüşen arılar gibi bu Atatürk Heykeli"nin etrafında toplanır.

Kamyonlarla simsarlar gelir. ""Sen, sen ve sen de jiiii..."" diyerek amele toplardı.
Kamyonun şoförünün yanında duran patron, İbrahim"i işaret ederek;
""Hey sen.. Sen de gel bakalım.""
""Buyur...""
""Sen de amele olarak bin bakalım kamyona.
İbrahim itiraz etti.
""Ben amale değilim. Duvar ustasıyım!..""
""Öyler mi? Nerde alet adavatın?""
Çimanto torbasının içine koymuş olduğu, çekiç, mala, şakil ve malzemelerini gösterdi İbrahim.
Adam gülerek ve sevinerek,
""Tamamm.. Tamam..
Bu kadar ameleye bir de usta gerekecek. Oda sen ol...""

Ogün ve İbrahim ölene kadar İbrahimin adı; Duvarcı Ustası İbrahim oldu. Öyle kaldı.
İbrahim çalıştı. Çırpındı. Para biriktirdi ve Gidip İloh"lu Mistoye Şahre"den bir arasa aldı. Kısa sürden iki gözlü, kerpiçten bir ev yaptı. İçine yatağını yorganını, kap kacağını koydu ve keyifle yattı içinde.
""Aha burası artık evim. Evim olunca Fate"yi de alır gelirim şu hopan Elih ve batasıca Batman"a. Bu Batman cehennem de olsa Reşi"den ve babamın evinden iyidir. Ne demiş Cegerxwin; Minteli cennettense, minetsiz cehenneme serbest ve azad giderim...""

XERA XWEDÊ, NANÊ EMİNKÊ...

Semavi dinlerin tümünde bir Yaradan vardır. Ancak, her millet, kavim ve cemaatin bu Yaradan"ı isimlendirmesi, tanımlaması ve ifade biçimi farklıdır.
Örneğin;

Araplar; Reb, rebil alemin,der. Ancak bu Rab; -bence uygulamada- ""Rebil Alemin"" değil, ""Rebil Arabin""dir. Düşüncede ""Rebil Alemin"" dedikleri Yaradan -uygulamada- ""Rebil Arabin"" olarak işlev görür.
Çünkü, Kureşanlardan çıkan Muhammed -her ne kadar- ""En son Peygamber ve en son din İslam"dır.
Bu İslamın da tek ve son Peygamberi benim"" demişse de, bunun pratik yaşamda ifadesi yoktur.
Lakin, Muhammed"in İsa"dan akıllılığı ve onu tamamlaması şu yönden olmuştur:

Semavi dinlerin her hikayesi, fantazisi de farkılıdır.
İsa; "" Benim annem Meryem"dir. Meryemin kocası yoktu. Onun içine Yaradan ışığını, nurunu koydu ve ben doğdum"" demiş ve ""Ben Allahın oğluyum"" anlamına geliyor, demektir.

Muhemmed ise İsa"nın bu yanlışını; ""Ben Rabbın, Hakkın, Yüce Alah u telala"nın elçisiyim. Size İslam dinini tebliğ ettim"" demiş ve farklılığını ortaya koymuştur.

Bir bütünlüklü Dinler Tarihi incelendiğinde;
Kitaplı ve Kitapsız, Silahlı ve Silahsız, Peygamberler olarak ikiye ayrılır.
Kitaplı olanlara Peygamber, Kitapsız olanlara ise Nebi denmiştir.

Bazı Peygamberlerin kitapları var ama silahları yoktu. O nedenle bunların dini kalıcı olamadı.
Bunun için de örneklerimiz: Zerdüşt, Mani vb. gösterilebilir.

""Tanrı bizi kurtarıcılardan kurtarsın!.."" diyeceğim.
Ya da Yaradan"la bir sorunumuz yok.
Ancak, fani olan kulları kendilerini Tanrı ilan ederlerse itirazımız olur ve bunlardan korkulur. Aslında bunlara ""Korkunun Tanrıları"" demek gerekir.

Mardin"in Ömeriyan bölgesinde, Mihemede Şemse adında bir Ağa yaşardı. Mihemedê Şemse o kadar gaddar ve o kadar korku salmıştık ki; ona halk ""Rebbê Çalê"" (Çukurun Tanrısı) diyormuş.

Hatta Ömeriyan Bölgesi"nde insanlar bir birlerine hitap eder ve iyilik dileklerinde bulunurken bile ""Rebbê Çalê ji te razibe"" (Çukurun Tanrısı senden razı olsun) derlermiş.

Bir gün...
Bu Mihemedê Şemse, yani Rebbe Çalê, Kûdê (Kaynakkaya) köyüne gelir. Beyaz atının üstünde o ufak tefek boyu ile, köylüler onu karşılar.

Tesbih tanesi gibi saf tutan köylüler ona methiye dizmeye başlar.
-Roniye çave me ti bixer hati!.. (Gözümüzün nuru hoşgeldin.)
-Xwede emre te hezar sali bike ( Allah seninin ömürünü bin yıl yapsın.)
-U Xwede te ji sere me qem neke.( Ve Allah seni başımızdan etksik etmesin...)


Her köylü biraz farklı dua ve metihesine devam etmiş.
Sıra köyün en yaşlısı, sevimli, sempatik ve ince espirili Nine"sine gelmiş.

Nine durmuş, düşünmüş, bir ağaya, bir köylülere bakmış, bakmış ve susmuş.
Atının üstünde heybetle bakan Mihemed Ağa, Pire"nin suskunluğuna bir anlam vermemiş ve,
-De beje Pire, Piraqal, ma ti çi dibeji? De söyle bakalım yaşlı Nine? Sen ne diyorsun?
Pire,
-Ma ez çi bejim? Gundiya ji mir tiştek ne hişt!..(Ma ben ne söyleyeyim? Köylüler bana bişey bırakmadı.)
Mihemed Ağa gülerek,
-Xem nake tiji tişteki beje ...(Önemli değil, sen de bişey söyle.)
Pirenin gözleri parlamış ve bir çelik yay gibi gerilerek,
-Hema ti dime hemiyani!..(Hema sen hipimizi sikesin!..)
Mihemed Ağa da köylüler de hayretler içinde kalmış.

Pire o sözüyle bir devrim açmış, bir devri kapatmış Ömeriyan Bölgesi"nde.
Demek bir insan bir doğru sözle de devrim yaratır ve tarihe geçebilirmiş!...

x

Biz Pire Tore, Fata Sermezin ve nice yiğit, korkusuz kadın ve Nineleri saygıyla yad ederken, Eminke"ye gelelim.
Eminke"nin asıl devrimi; aynı köyde Heci Hüseyin"den ayrılıp, aynı köyden Hasan"la evlenmesidir. Bu gelenek ve göreneklerde bir devrimdir.

Heci Hüseyin"den olma kızı Fatimê evlenecekti. Düğünü yapacaktı. Öyle anlı şanlı, üç gün üç gece olmasa da bir düğündü bu.
Eminkê anaydı.
Kızı Bedia"yı hazırladı.
Yükte hafif,pahada ağır evinde, elinde, avcunda ne varsa kızı Bedia"ya bir bohça yaptı ve;
-Kızım kalk, hazırlan, süslen, püslen!.. Bu bohçayı al ve Fatimê Abla"nın düğününe git. Böyle bir günde onun yanıda olmam gerekirdi. Lakin bir yemin ettim. O yemine bağlı kalacağım. Beni ve ailemizi temsilen sen ablanın yanında olacaksın.
Bedia sevinçle giyindi. Hazırlandı ve cami karşısındaki mahalleye, Fatimelere gitti.

x

Eminê"yi Eminkê yapan ve diğer kadınlardan ayıran bariz özellikler vardı.
Heci Hüseyin"den (iki çocuklu haliyle) boşanma devrimi dışında;
Eminkê"nin dillere destan ekmek ve leblebi yapımı vardı. Öyle ki; insanlar bir dilekte bulunurken;
""Xêra Xwedê û Nanê Eminkê"" (Allahın hayrı ve Eminkê"nin ekmeği"" derlerdi.

Hele de leblebilerinin daimi müşterileri arasında -en başta- Hasankeyf"in Nahiye Müdürü ve tüm mülki amirler vardı.
""İlle de ille, Eminke"nin ekmeği ve leblebisi olmadan bu yaşam olmaz"" derlerdi.

WEZRİN"DE KALANLAR

(Devam edecek)
şûkrî Gûlmûş